|
 |
|
DERS VE KURAN |
|
|
|
|
|
 |
|
CEMAATLEŞME; Biz ve Onlar |
|
|
|
|
|
|
|
|
|
|
|
Mücadele dili olarak REKABET: “Sen ve O”, “Biz ve Onlar”
İnsanlık tarihi boyunca, bir mücadele içindedir. Bu mücadele , dinler arasında, din içindeki gruplar arasında, devletler ve devlet içindeki gruplar arasında ola gelmiştir.
Sosyal açıdan bir isimlendirme olan “Biz ve Onlar” kavramsallaştırması insanın içgüdülerini bastırması sürecinin sonucu olarak sosyalleşmesinin kaçınılmaz evresidir. “Biz ve onlar” tanımlaması, her şeyden önce insan denen canlının kendi dış dünyasını sınıflandırması açısından kaçınılmazıdır.
Egemenler ve ezilenler kendilerine özgü öz nitelikleri itibariyle karşılıklı uzlaşmazlık üretirler. Bu uzlaşmazlık zıtlığın iki tarafını daimi kılar. Öyle ki, Rabb’imiz daha ilk ayetlerde insanları her türlü boyunduruktan kurtarmak için gelmiş olan (la ilahe illallah) mesajını somutlaştıran özgürlük hareketine uzlaşma teklif eden egemenlerin bu teklifine olumlu cevap vermeyi şiddetli bir dille kınar ve “onlar ister ki, sen onlara boyun eğesin, onlar da seni dost edinsinler; hayır böyle yapma, Allah’a secde et ve yaklaş” düsturuyla uzlaşma çabalarını boşa çıkarır.
Bu tanımlamalardan yola çıkarak günümüzde aynı etkenlerle yola çıkan ve İslam’ın salt siyasal boyutunu öne çıkaran kişi ve grupları (oluşumlar, cemaatler vs.) analizimize konu ettiğimizde, yaşanan sürecin aktörleri olarak var olan bu grupların geliştirdiği söylem ve pratiklerin kısır döngü halini aldığını, bunun nedeninin ise kuşatıcı bir “biz” kavramından ziyade içe dönük ve kendine ait “biz” kavramının söz konusu edildiğini ve bu dilin de kölelikten özgürlüğe çağıran mesajın iletilmesi açısından engelleyici bir unsur olduğunu görüyoruz.
Süreç içerisinde siyasal İslami söylemin yaşanan anı anlayamama sonucunda çıkmaza girdiği, mevcut durumu doğru okuyanlar açısından gün gibi aşikârdır. Bunun içindir ki, Ademin iki oğlu arasında başlayan MÜLK kavgasından beri var olagelen, hakları gasp edilmiş ezilenlerle kendilerini müstağni/ihtiyaçsız gören ve hiçbir şekilde kontrol edilmek istemeyen, kendi egosunun esiri olmuş zalimlerin mücadelesini güncel kılacak kuşatıcı bir bakış açısının somutlaştırılabilmesi için yeni bir dile ihtiyaç duyulmaktadır.
Öyle ki, insanlığın bir uçurumun kenarında yaşadığı ve yok olmaya yüz tuttuğu bu zaman diliminde söyleyecek sözleri kalmamış gibi duran bu gruplar, gelinen noktada her ne kadar var olanı yok sayıp sloganlar etrafında bir arada kalmaya gayret ederek mevcut tıkanıklığı ve çözümsüzlüğü görmezden gelseler de ezilen geniş halk kitlelerini kuşatacak bir dil ve pratikten yoksun olmalarının sonucu olarak KIRILGAN VE ZAYIF durumda bulunuyorlar.
Gerçek gündemden kopuk, en can yakıcı haliyle üretim araçlarını ellerinde bulunduran egemenler tarafından insanca yaşamanın önünde duran ekonomik, kültürel, siyasal vd. hakları ellerinden alınmış geniş insanlık ailesini kuşatan bir düşünce ve kuramsallıktan yoksun, kendi insan kaynaklarını dahi yönlendiremeyen gruplar, yıllardır “tebliğ” adı altında İslami söylemin propagandasını yaptıkları halde insanlarla yüz yüze ilişkiyi bir üst merhaleye, yani kuşatıcı, kurumsal bir yapıya taşıyamadıkları için hem kişisel hem de düşünsel nedenlerle kendi aralarında dahi hiziplere bölündüler. .
Cemaatlerin birliği bugün soyut inançlara ve duygusal günü birlik hamaset üreten olaylara mahkûm olmuştur. Birliktelikler bu iki güdü üzerine oturuyor. İslam üzerinden siyasal taleplerde bulunup İslam’ın ahlaki ve sosyal yönünü görmezden gelen bu dil, mevcut araç gereçlerden de yoksun olduğu için var olan enerjiyi ileri hamle şekline dönüştüremedi ve içe dönen enerji ve heyecan, küçük gruplara bölünmekten başka da bir şey getirmedi.
Öyle ki, ayrı bir başlık altında bu grupları analiz ettiğimizde bunların korkunç bir şekilde kendileri tarafından yapılan her şeyi “doğru” olarak nitelendirildiğini, diğer grupların düşünce ve pratiklerini ise dışlayıcı, yok sayıcı ve ötekileştirici bir dil ve tavırla dikkate almadıklarını görüyoruz. Kendini merkeze alan herhangi bir grup karşı grupları çok rahatlıkla kötü niyetli ve şüphe ile yaklaşılması gereken bir düşmana dönüştürebiliyor. Düşman ilan edilenlerin söylem ve eylemleri öyle bir yorumlanıyor ki, her yaptıkları yapanların aleyhine delil olarak sunulabiliyor. Bu durumun en belirgin nedenlerinin başında bilgi eksikliği, anlamaya değil, daha çok bir yargıç edasıyla kendi yorumunu mutlaklaştırıp ötekileştirdiklerini yargılamaya dönük gelişen ruh hali olsa gerek.
Bununla beraber sosyal hayatın hiçbir veçhesinde bireyle beraber olmayan cemaat, vakıf-dernek vb. kurumlar, fikir birliğine dayalı birlikteliği “olması gereken” olarak görüp mevcudu idealize ediyorlar. Hâlbuki gerçekte kendilerini tanımladıkları bu kurumsal ifadelendirmeler bir gerçeklikten ziyade bir özlem ifadesine veya safları sıklaştırma anlamında var olanı korumaya yönelik söylemlere dönüşmüş durumdadır.
Bunun sonucunda kendi gündem(ler)inde büyülenmiş, gettolar oluşturmuş tek adam, tek düşünce, tek tip birey faşizmi, farklı düşünceleri öteki olarak gördüğü için mevcut zulmü görecek, anlayacak ve bir eksen etrafında bir araya gelecek düşünselliği ve sosyalliği önceleyen düşünceyi algılayamıyor veya alışkanlıklarının esiri olduğu için düşünceye ve çözüme odaklanacak ortamların oluşmasına engel teşkil ederek geleceği daha belirsiz hale getiriyor. Mevcut haliyle bu durum, Kitab-ı Kerim’in özgürleştirici mesajının önünde bireyi yok sayan ve onu araçsallaştıran bir unsur olarak korkutucu hale gelmiş durumdadır. Ne yazık ki, İslam’ı salt siyasal anlamıyla söylem ve pratiğe aktarmaya çalışan gruplar ve cemaatler, bugün geldikleri son nokta itibariyle tamamen karşıtlarına dönüşmüş durumdadırlar.
Peki, olan bu iken olması gereken nedir? Yaşanan olguyu ve vahyi bir bütün olarak ele aldığımızda yeni bir mücadele dili içerisinde “biz” kimdir ve kimleri kapsar?
Mevcuda bakarak, yaşam araç ve gereçlerinden yoksun bırakılmış, üretim araçlarını ellerinde bulunduran egemen zalim sınıfın yok saydığı (hangi inanca sahip olursa olsun) herkesin eli, gözü, kulağı haline dönüşecek bir düşüncenin, hayatın her alanında, her yerde var olan, insan merkezli, kuşatıcı bir sosyalliğe dönüşmesi gerektiğini düşünüyoruz.
Bugüne kadar tarih içinde üretilmiş yorumları dinleştirme sonucu düşünsel ve pratik olarak tarih dışılığı yaşayan geleneksel din anlayışı, Kur’anı ekonomi-politik anlamda zenginlerin, kadın-erkek düzleminde ise erkeklerin gözüyle okudu. Allah, Müslüman zenginin Allah’ı, peygamber, zengini önceleyen, hayırlı bulan, zenginin peygamberi, İslam, zenginlerin yönetimde söz sahibi olduğu Muaviye vari iktidarların İslam’ı, Kur’an da bunların mızraklarında şirki, zulmü örten zulüm aracına dönüşmüş zalimlerin Kur’an’ı…Irksal olarak Din yorumları , hangi ırk egemense onu daha “İslam’a hizmet eden” olarak nitelendirip yücelten, diğer ırkları eşit görmeyen “âlimler”in yorumu.
Peki, yaşam araç gereçlerinden koparılmış, emeğinden başka satacak hiçbir şeyi olmayan, insanlık ailesinin büyük bir bölümünü teşkil eden, işçisiyle, köylüsüyle, emekçisiyle bir bütün olarak yok sayılanların ALLAH’I, PEYGAMBERİ, KUR’AN’I, İSLAM’I NEREDE?
Haşa Allah zalim mi ki, hep güçlünün yanında duruyor? Ezilenlerin yaratıcısı, Rabb’i değil mi? Hangi suç ve günahtan dolayı ezilenlere, yok sayılanlara verilen bu ceza?
Allah aşkına bu soruları kendine sorup nasıl bir Allah’a, rasullerine, Kur’an’a ve İslam’a inandığını netleştir(e)meyen kişi ve gruplar hangi zulmün payandası olduklarını artık görmeyecekler mi?
Hâlbuki aklı selim olan, Kur’an’ı bir kez okuyan, Allah’ın da Nebilerinin de Kur’an’ın da İslam’ın da yaşam araç ve gereçlerinden koparılmış, bir bütün olarak hayatla ilişiği kesilmiş ezilenlerin safında olduğunu apaçık bir biçimde göreceklerdir.
Mekkî ve Medenî ayetleri ayrıştırmada ilke edindiği, “ey insanlar” ifadesinin geçtiği her ayetin Mekkî, “ey iman edenler” ifadesinin geçtiği her ayetin de Medenî olduğu varsayımını konumuz açısından irdelendiğimizde “biz” kavramının içeriğini bütün insanlık ailesini muhatap alacak kuşatıcı bir dile sahip olunması gerektiği, sorunun çözümünde kalıcı bir bakış açısı oluşmasına yardımcı olabileceği sonucuna varabiliriz. Bu bakımdan fikir birlikteliğine dayalı mevcut “biz” kavramı iflas etmiştir. Çünkü bu düşüncenin sahipleri yönetmeye taliptir ama yaşanan anı kavrayamadığından yeni şeyler söyleyebilecek düşünsellikten de uzaktır.
Çünkü düşünmek gereksiz bir çaba, boş konuşma olarak nitelendirilmiştir, bazı şeylerin henüz zamanı değildir ve öncelik iktidarı ele geçirmektir. Ama hangi ilke ve değerlerin iktidara hâkim kılınacağı bilinmediğinden mevcut kapitalist ilişki biçimlerine mahkûm olunmuştur ve dahası bugün İslam adına konuşanlar bunu görmekten dahi acizdirler. Bunun içindir ki, tarih dışıdırlar ve beslendikleri kaynaklar itibariyle bugünü anlamaktan oldukça uzaktırlar. Bu nedenle çözümün değil sorunun bir parçası olarak böyle bir tespite konu olmayı hak etmişlerdir.
Bu bağlamda “BİZ”, yaşam araç ve gereçlerinden koparılmış, yeryüzünün her bir köşesinde zulme uğramış, adalet ve özgürlük özlemiyle içten içe yanan, bu özlemi dillendirenlerdir. ZALİMLER ise, askeri, sınai ve finans kapitali elinde bulunduran, mülkte rablik iddia eden, küresel sermaye ve yerelde varlığını bu güçlere borçlu olan kapitalist, Kemalist ve ırkçı sistem, hepsinden de önemlisi bu sisteme sentezci din anlayışıyla yama olmaya çalışan, din üzerinden kendine iktidar ve ekonomik alan açmaya çalışan çağdaş Ferisiler, güncel diyanet ehli, yani din(i)dar kapitalist güruhtur. Vesselam…
|
|
|
|
|
|
|
|
|
|
|
RASUL DEDİ: "KAVMİM BU KURANI ELİNDE TUTARKEN TERK ETTİ" (FURKAN 31) |
|
|
|
|
|
 |
|
DERSVEKURAN |
|
|
|
|
|
|
KURANDAN DERSLER ÇIKARTMAK VE KİTABI TEDEBBÜR ETMEK |
|
|
|
Bugün 18 ziyaretçi (44 klik) kişi burdaydı! |